Nedİr?

Derin'in dünyaya gelmesi ile patlayan babalık hormonlarının neticesi. Yıllardır kurulan yazarlık hayallerinin denemesi. Hayatın mottosu. "Tibetdiyarı " ve "Yazaşkı" bloglarına nazire.Eğlence.Sevgi.Aşk.Bilgi.Yeşilköy'den Hale,Jale ve de Lale!(Galba Bakırköy'dü?)

YASAL UYARI!

Bu blogdaki yazıların çoğu şahsıma aittir. Her ne kadar mülkiyetçi görünmesem de, fikirlerimin başkaları tarafından çalınıp, babalarının malı gibi kullanılmasını istemem. Sırf bu yüzden gül gibi şiirlerimi yayınlayamıyorum. Büyüyünce yazar olup kitap yapacam bunları.Kopyalayanı yakalarsam kızarım. Her türlü yasal yola ve çirkefe başvururum!Biline...

Şiirlerin ve yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

23 Mart 2009 Pazartesi

İKİ İLE BİR *


* Alevi yazar Reha Çamuroğlu abimizin "Türkiye Yazarlar Birliği" roman ödülünü almış bir eseridir. Okunula!
Bazı arkadaşlar yalnış anlamış. Bu yazı o kitaptan alıntı değildir.Şahsıma aittir!:)



01/11/2007

“Beni anlamıyorlar!” Çoğumuz bundan şikayetçiyiz. Ne kadar kötü! Anlaşılamamak mı yoksa kendini anlatamamak mı? Hep tartışılır ya! Yumurta ve tavuk ilişkisi gibi.Bir sarmalın içinde olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Hayatınızın hatta yaşamın kendisinin tam bir kısırdöngü olduğunu idrak etmişliğiniz var mı? Bundan kurtulmak için çabaladığınız, değişiklik aradığınız anlar, günler ve de yıllar oldu mu hiç hayatınızda? Her şeyden önemlisi bu düşündüklerinizi eyleme dökmüşlüğünüz oldu mu hiç?En sıkıntılı anlarınızda hayata tutunabilmeyi başarmış olmak ne ifade eder sizlere?Cesareti mi? Ya da kolayı seçip pes etmek ve sonlandırmak nedir sizin için? Acz mi? Yoksa her ikisi de birbirinin içine mi girmiştir? Yoksa her ikisi de birbirini tamamlayan olgular mıdır?
İki tür insan vardır hayatta. Cesurlar ve acizler.Cesurlar Yaradan’ın kendilerine bahşettiği ilahi gücü kullanabilenlerdir. Doğanın, evrenin tüm gizemi ile insana bağışladığı mutlak güç, beşer olabilmenin gücü. Acizler ise karar alamayanlardır. Edilgendirler. Herşeyden kötüsü sosyal bağımlılardır. Her iki hali de yaşamayanınız var mı?
Farkında mısınız? Hayatınızın tümü seçimlerinizden oluşuyor. Tek seçemediğimiz kendi yaradılışımız İşte tam bu noktada da ilahi kudret devreye giriyor; inananlar için. Öteki türlü tam bir doğal seleksiyon değil mi hayat? Sebep ve sonuç. İyi de hangisine inanmalı?Yaradılışınız dışında, elinizde tuttuğunuz koskaca bir yaşamı idame edebilmenin korkunçluğunu hiç fark ettiniz mi peki? Aldığınız her kararın mikrokozmosda başlayıp, makrokozmosa ulaşan etkilerini anlayabilmişliğiniz var mı? Hani şu meşhur kelebek etkisi!Tüm bunlara cevap bulabilmek için kendinizi çok zorlamayın. Sizlerden önce, binlerce yıldır birileri zaten kafa yormuş bu sorulara. Cevap ise basit: “Düalite”.
Demek istemem şudur ki benden her an her şeyi bekleyin. Daha çok insanım, olamadım daha!“İlahlar ikiliği bir etmiş insanlardır. İnsanlar ise birliği bilmek için ikiliği yaşayan henüz çocuk ilahlardır.” Eski Mısır demiş. Bilmem anlatabildim mi?

20 Mart 2009 Cuma

ATALET!


Bu blogu açtığımdan beri ne kadar sıkı çalıştığımı ve yorulduğumu tahmin edebilirsiniz. Eskiden yazmış olduğum yazıları ve başkalarının şiirlerini kopyalayıp yeniden yayınlamak enerjimi bitirdi. Hal böyle olunca, iş hayatı ile ilgili çok önceleri almış olduğum bir kararı sanal ortama da taşımaya karar verdim: " Cumartesi-Pazar çalışmam arkadaş!"
İki günlük yokluğun sizde boşluk yaratacağını görebiliyorum. Meditasyon yapmanızı öneririm.
Bu vesile ile güneşli,mutlu ve seks dolu bir haftasonu geçirmenizi dilerim.
Sevgiyle kalın!
Not:Hayran kitlemin artmasını, dün Lian kadınına ağlamama bağlıyorum. Goygoya gelmem bilesiniz!

19 Mart 2009 Perşembe

VASİYETİMDİR!


(Bana ait olmayan bir şiir)

Bitmedi yıllardır bu sevgi, bu hasretlik
Ölürsem dostlar denize gömün beni
Kah kavuştuk, kah ayrıldık
Ölürsem dostlar, denize gömün beni

O beni çok sevdi, ben de hep onu
Bulamadım kavuşmanın yolunu
Bilmem ne olacak bu aşkın sonu
Ölürsem dostlar, denize gömün beni

Güzelliklerini tüm önüme serdi
Saçlarıma doğru hep serin eserdi
Koynunu açtı balıklarını verdi
Ölürsem dostlar, denize gömün beni

Bazen kızıp köpürür dalgalanırdı
Kimi zaman uysallaşır, salınırdı
Eğer onu okşamazsam alınırdı
Ölürsem dostlar, denize gömün beni

Varamadım nimetlerinin tadına
Doyamadım bir gün olsun aşkına
Yüce yaratanımın ulu adına
Ölürsem dostlar, denize gömün beni

18 Mart 2009 Çarşamba

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE



Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...
Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

17 Mart 2009 Salı

İYİ,KÖTÜ,ÇİRKİN


12.07.07
23:45

DERİNNAME Külliyatı-1312
Kendimi tekrarlamaktan nefret ediyorum.Sıklıkla da tekrar ettiğimin farkındayım.Nedeni sığ olmam. Kaynak yeterince derin değil.Ne bileyim berber Kemal den derindir büyük ihtimalle ama Berkun Oya ile kıyaslandığında, o umman ben damla. Bir de üzerine global ısınmaya endeksli çölleşen Türkiye olgusunu eklersek...Kısacası ben de kuruyorum. Kaynağı besleyemezsen olacağı budur.
Tarihin bildiği en eski tartışmalardan biri şudur: “ İnsan doğuştan kötü müdür?” Antik çağda Eflatuncular ve Stoacılar buna da kafa yormuştu zannedersem ki Reform ile başlayan süreçte Hristiyan dünyasının en büyük ayrılığına sebep oldu. Cizvitler ve Janselistler bir kapıştı pir kapıştı, sonunda Protestanlar ve Katolikler olarak öncelikle ikiye ayrıldı salaklar. Tabii bu yazdıklarımı sağda solda satmayın, neticede ben de yarım yamalak bilgimle bir teolog değilim. Yine de bildiğim insanları güdebilmenin en iyi yolunun onları bölmek ve kamplara ayırmak olduğudur. Gütmenin yanında, sağladığı ikinci büyük avantaj ise ekonomi yaratmaktır. Ne de olsa her kaynağın besleneceği bir damar olur. Katolik bir kadının günah çıkartması için bir rahibe ve kiliseye ihtiyacı vardır.Ha bir de günahı işleyeceği bir adama. Alevi kökenli bir börekçinin de dükkanında Hz. Ali posteri asılıdır; poster de para ile alınır.
Evet kötüdür, çünkü Adem elmayı yedi.(Hadi buyur burdan yak!)Adem elmayı yedi, Tanrı onu cezalandırdı.O günden beri de bunun günahını çekiyoruz. (Adem ağzına sıçayım.) E İsa bunun kefaretini ödedi ya! Yok olmuyomuş. Bu Dünya o suçun cezası.Ne bok yersek yiyelim Allah Baba o suçu affetmezmiş. (Havva senin de A.Q.)
Hayır iyidir,netekim insan Tanrı’ nın bir yansımasıdır. Sonradan kötü olur. Dua ederek Tanrı’nın merhametine tekrar kavuşuruz.Suçlarımızı affetmesi için Baba ya( Demirel ile karıştırılmaya!) dua edelim tüm ömür boyunca! Dua et ama düşünme!İşte yalan yanlış, hikaye bunun gibi bişi!
Şimdi nacizane bendeniz bildiğiniz üzere ruhani yönü kuvvetli, itikatı az şamani bir herifim!YANİ NE BOK OLDUĞUMU BEN DE BİLMİYORUM!Ama şunu biliyorum ki ben tanrı’yım. Deniz de tanrıça! Megalomani aşkına hay bin kunduz!Ulen ne apışıyosunuz, yarattık ve şekillendiriyoruz , o yüzden!
Soru: Derin baştaki karakterlerin çocuğu olsa aynı olur mu idi?
a)b)c)d)e) Olmazdı tabii! (Bu konuda seyrettiğim en iyi film 82 yapımı “ Billy Boy” dur. Şiddetle tavsiye edilir. )
Peki Derin ne zamana kadar hamur gibi yoğrulur! İşte orası benim için muamma. Hep dediğim gibi geç ergen olduğumdan kesin bir tarih veremeyecem. Ama ben den çok daha erken bir dönem de ayılacağı kesin. Ne yazık ki bu da çok iyi değil gibi! “Sartre” ın “ Özgürlüğün Yolları” adlı üçlemesi( Uyanış – Bekleyiş-Tükeniş) referans alınırsa erken yaşta tükeneceği aşikar. Yani arife tarif gerekmez ama ne kadar geç ayarsan o kadar uzun mutlu yaşarsın.
Bunları niye mi anlatıyorum? Valla ben de unuttum ve dahi karıştırdım. Aslında hikaye kadın-erkek ve ilişkiler üzerineydi. Hatta cümleleri kurmuştum bile ama bu Derin herifi olayı karıştırdı. İyi ki karıştırdı , yoksa bekleyişim kısa sürecekti!

16 Mart 2009 Pazartesi

BATAKLIK BÜLBÜLÜ


06.09.2005/Salı

Akşam yemek sonrası. Bunalım Abla erkenden yattı. Ana da oğlanı yıkıyor. Ben de TV karşısında her erkeğin yaptığını yapıyorum. ........ yaymış zaplıyorum. Fekat o da ne! Sinematürk ve film yeni başlıyor. Hale Soygazi, Kartal Tibet. Filmin adı infodan anında öğreniliyor:"Bataklık Bülbülü". Vay be! Ulen uzun zamandır Türk filmisi seyretmedim!" dolmuşu ile olaya girdim.
Herşey normal. Saf köylü kızı, mert jönprömiye,kötü adamlar,İstanbul,pavyon felan.Allahtan pavyon tecrübem var(Bu bölüm ayrıca işlenecektir!), olayı kavrayabiliyorum.İşte kız pavyona düşer,delikanlı kurtarır ama kötü adamlar işin peşini bırakmaz.Sonra da birileri öldürür,birileri de ölür.
Dediğim gibi herşey normal. Keyif alıyorum. Sonlarına doğru ana-oğul da olaya iştirak etti. Oğlan merakla seyrediyor. (Genlerinde var herifin! Arabesk piç!) Normal de filmin final sahnesi Cüneyt'in kol saati tadında! Kötü adam kız tarafından öldürülmüştür. Kartal kıza gelinlik çalar,giydirir. Sonra vapura binerler. Kameranın kadrajı Haydarpaşa İskelesi'ni kadrelemekte. Yöne bakılırsa Karaköy'den geliyor olmalılar. Ama o da ne! Bu sefer kadraj Kadıköy istikametinden Haydarpaşa'ya yaklaşıyor." Aman Allahım! İki gemi var galba. Çarpışacaklar!"... Neyse bu da o kadar önemli değil! Tadımızı bozmayalım. Tüm senaryo,kurgu,reji mükemmele yakınken detaylarda boğulmanın anlamı yok! " derken Haydarpaşa İskelesi'nde beklemekte olan polis alayının komseri(Toprağı bol olsun!Mübarek insan,aziz Nubar Terziyan!Valla dalga değil!Benim için hep tonton dede olmuştur!) amirine rapor vermektedir.
-- Amirim istihbarat doğruysa bu vapurdan inecekler!
......................................................................................
"Eeee? Ne var bunda?" kıvranmaları ve rahatsızlanmaları oldu gibime geliyor.
Peki senaryoyu tamamlayalım:
Nubar Dede siyah kuyruklu Chevrolet'nin sol arka kapısından içeriye eğilmiş.Elinde bej, çevirmeli bir ofis telefonu! Ve raporluyor!
Hala mı "Eee?"
Peki o zaman interaktif olalım ve bu soruya cevap verelim.
Yukarıda anlatılmakta olan filmin final senaryosunda yanlışlık var mıdır? Varsa nedir? Sebebini de açıkla!
a) Evet.Chevrolet kuyruklu ise arka kapısı olmaz. Arka kapısı varsa Rols Royce'tur.
b) Evet. Nubar Dede İstiklal Savaşı gazisidir. Kör ve dilsizdir. Raporlama yapamaz.
c) Hayır. Herşey normaldir.
d) Evet. 30-35 sene evvel İstanbul Emniyeti mobil karakol olarak Hyundai Accent kullanıyordu.
e) Evet. Resmi dairelerin ofis telefonları bej değil siyah olur.
f) Hayır. Türk Emniyeti Hazarefen'den bu yana araçlar da telsiz yerine telefon kullanmaktadır.
g) Evet. Prodüksiyonun parası yoktur ve telsiz alamamıştır.
h) Hayır. Herşey normal olabilir. Belki de ben bilmiyorum. Hakkatten o devirlerde polis arabalarının arkasında elle çevirerek şarj edilen sahra telsizleri kullanılıyordu.Olur mu olur! Ama nasıl olur? Biri açıklasın!

15 Mart 2009 Pazar

KAA KORSAN!


06.09.2005/Salı

Oğlum Derin 33 aylık. Bazılarının bildiği gibi babalar uzun saçlı ve düzgün hatlı olduğundan biraz kıza benzemekte. E hal böyle olunca, babayı mümkün olduğu kadar errrkek yetiştirebilmek için her türlü şoven gazı vermekteyim: " Arslan oğlum!". " Sen çok kuvvetlisin!" " " Büyüyünce kızların suyu akacak!"(Biliyorum bu biraz ağır oldu.Zaten sadece aklımdan geçiriyorum!) Popüler oyunlarımız arabacılık(!),askercilik ve korsancılık.
O akşam salonda demleniyorum. Kızlar yemek hazırlıyor. Bizimki onların yanındaydı ama olay kesmedi ki biraz sonra yanıma damladı.
-- Baba oyun oynaaalım!
-- Peki olur oğlum. Hadi gel silahlarımızı alıp Kara Korsan'ın peşine düşelim.
Cephanelik boşaltıldı. Toys'RUs menşeili ışın tabancası,ses tabancası ve bisiklet kaskı 17.yüzyıl kalyonuna yüklendi! Plato salondaki oturma grubu. Derin Baba genel olarak L kanepedeki tüm yastıkları ortaya yığmak ve üzerlerine tırmanmak sureti ile olaya kendince değişik bir tat ve heyecan katar. Fekat onları toplama zahmetinden yırtmak için Ağbiyi bu sefer ikna edebildim. Yastıklar ortaya atılmadı. L kanepe kalyonun kıçı, ortadaki pirinç mangal da dümen!
-- Derin Kaptan emirlerinizi bekliyoruz!
-- Didelim.
-- Nereye?
-- Kaa Korsan'ı yakalamağa!
-- Emredersiniz Kaptan! Tüm mürettebat gemiye! İskele alabanda! İstikamet Kara Korsan'ın adası! Tüm yelkenler fora!
-- Oley!
-- Ufukta bir yelkenli! Kara Korsan'ın bayrağı dalgalanıyor!
-- A... teşş!
Toplar ateşlenir.Gemi yara alır.
-- Kaptan! Kaçmaya çalışıyorlar ama yakalarız.
--???
--Kaptan bordoluyoruz. Çengelleri hazırlayın!
--???
Korakor bir çarpışmanın ardından hazine alınır,gemi batırılır,esirler zincirlenir. Tüm aksiyon tek yönde harcanınca da Derin Kaptan sıkılır ve dönüş yolunda kendine heyecan arar.
-- Baba dalga var! Yastıkları dalgaya atalım!
-- Oğlum onlar yastık değil. Cankurtarma simitleri ve yelekleri.
-- Baba suya biri düştü!
*** Bu anektotta yer alan kişilerin gerçek kişilerle kesinlikle alakası vardır(Kara Korsan hariç!). Olay gerçektir!